1617 yılında Paris'te doğan gravürcü Meaume hayatı boyunca hep aynı kadını çizer; aynı vücudu, aynı yüzü, aynı salınımı...
Bu kadın Brugges eyaletinin seçilmiş yargıcının kızıdır;
uzun boylu, sarışın,hafif kamburumsu. Genç kızın sözlüsüne hiç aldırmadan
buluşan çift sonunda yakalanır ve bir şişe kezzapla ödüllendirilir. Olan
Heemkers'in çırağı Meaume olur, yüzü kezzaptan mahvolmuş bir şekilde kaçmak
zorunda kalır, üstelik sevgilisi de onu terketmiştir. Bu tuhaf kızın gerekçesi
de kendisi kadar gariptir: "Çok kötü dövüştün Maume üstelik yüzünde pek çirkin
oldu!" Maume düşen artık "diyar diyar dolaşıp zavallı türküsünü başka
diyarlara taşımaktır." Bir süre hırsızlık yapar, sokak kadınları ile
avunmaya çalışır. Dolaşıp dururken kendini Roma'da bir taraçada bulur. Artık
onun hayatı sanatıdır, oymabaskı yaparak yaşayacaktır. Meaume adeta hayvansal
bir içgüdü ile yapıyor gravürlerini. Rüzgar yağmur, çamur dinlemeden dolaşıp
duruyor, bakıyor,görüyor, gördüklerindenden (ki yaşlandıkça görme yetisini de
yitirecektir) boşluk ve karanlıkların ağır bastığı mezzottinto oymabasma
gravürler yapıyor.
İnsanların "bakır ibrikçilerinden, tomrukçulardan, odun
kesicilerden" diye tanımlandığı bir çağda. Kitabın Ortasından: Ama,Meaume
ciddiyetini bozmadan, cennette de böyle olacağını belirtti. ''Tanrı da onları
böyle mi tasarlamış?'' diye sordu Poilly. Bay Meaume ,aynı ciddiyetle
yanıtladı: ''Cenneti madde tasarladı.Sonra cennet,yaşamı tasarladı. Sonra
yaşam,doğayı tasarladı. Sonra, doğa gelişti ve icat etmekten çok uzaydan
getirip tasarladığı değişik biçimlerle kendini gösterdi. Bedenlerimiz doğanın
ışıkla denediği bu görüntülerden biridir. '' Grünehagen ekledi: ''Bay Gelle,
Bay Meaume'dan şakayla söz ederken: ''Gravürcüler gayriciddi olamazlar.''
diyordu. İtalyanların Alman mizahı dedikleri şeydi bu.''
Kitap adeta kutsal metinlerin sesini hatırlatıyor bize, Meaume
ise bir çeşit sanat azizi gibi. Tanrının ya da doğanın işte siz ne diyorsanız
onun, sanatsal yeteneği bazı şanslı kişilerin varlığına , öylece zihninin bir
yerine yerleştirdiğinin apaçık kanıtı bu kitap.
Ufacıkta olsa değerli bir taş görürseniz tanırsınız, onu
elinize alıp bakmak, bir süre tutmak istersiniz. Roma'daki Teras işte öyle
mücevher gibi kısacık bir kitap. Ancak etkisi çok kuvvetli. Okumaya
başladığınızda metin sizi çarpıyor.
Bir süre kitabın sesini dinliyorsunuz,
tıpkı denizin sesini dinler gibi. Okumanızı çok isterim. Kitabın filmi yapılsa
yargıçın kızını lütfen Tilda Swinton oynasın. Tarihsiz güzelliği ile hafif
kambur ve müdanasız sevgiliyi ne güzel oynar.
Önerim budur yani!
Tilda Swinton |
Ay ben de kendimi dolaşırken bir anda Roma'da bulmak istiyorum:)
YanıtlaSilGüney Fransa da olabilir, ikisini de çok severim..tekrar tekrar gitmek isteyeceğim yerler..
Smyrne talya, Umberto Eco dünyada dört şehir var biri de Roma diyor,(İstanbul'u da saydı:))
YanıtlaSilGüney Fransa peynirler, köy havası, lavantalar, Provence (dekorasyonunu senden bekliyoruz)...
Sevgiler.
Roma gerçekten çok etkileyici, açıkhava müzesi gibi, 6 sene önce gitmiştim, büyülendim..
YanıtlaSilFransa ayrı bir konu, eşimin de benim de çok gidip gelmişliğimiz vardır ama ikimiz de güneyi görmedik:/ Oğlanın biraz daha büyümesini bekliyoruz, araba kiralayıp gezmek lazım oraları..dekorasyonu ayrı bir fenomen zaten, hazır olduğumda sizler için yazarım..
Sevgiler