8 Nisan 2013 Pazartesi

Roma'daki Teras


1617 yılında Paris'te doğan gravürcü Meaume hayatı boyunca hep aynı kadını çizer; aynı vücudu, aynı yüzü, aynı salınımı...






Bu kadın Brugges eyaletinin seçilmiş yargıcının kızıdır; uzun boylu, sarışın,hafif kamburumsu. Genç kızın sözlüsüne hiç aldırmadan buluşan çift sonunda yakalanır ve bir şişe kezzapla ödüllendirilir. Olan Heemkers'in çırağı Meaume olur, yüzü kezzaptan mahvolmuş bir şekilde kaçmak zorunda kalır, üstelik sevgilisi de onu terketmiştir. Bu tuhaf kızın gerekçesi de kendisi kadar gariptir: "Çok kötü dövüştün Maume üstelik yüzünde pek çirkin oldu!" Maume düşen artık "diyar diyar dolaşıp zavallı türküsünü başka diyarlara taşımaktır." Bir süre hırsızlık yapar, sokak kadınları ile avunmaya çalışır. Dolaşıp dururken kendini Roma'da bir taraçada bulur. Artık onun hayatı sanatıdır, oymabaskı yaparak yaşayacaktır. Meaume adeta hayvansal bir içgüdü ile yapıyor gravürlerini. Rüzgar yağmur, çamur dinlemeden dolaşıp duruyor, bakıyor,görüyor, gördüklerindenden (ki yaşlandıkça görme yetisini de yitirecektir) boşluk ve karanlıkların ağır bastığı mezzottinto oymabasma gravürler yapıyor.

 İnsanların "bakır ibrikçilerinden, tomrukçulardan, odun kesicilerden" diye tanımlandığı bir çağda. Kitabın Ortasından: Ama,Meaume ciddiyetini bozmadan, cennette de böyle olacağını belirtti. ''Tanrı da onları böyle mi tasarlamış?'' diye sordu Poilly. Bay Meaume ,aynı ciddiyetle yanıtladı: ''Cenneti madde tasarladı.Sonra cennet,yaşamı tasarladı. Sonra yaşam,doğayı tasarladı. Sonra, doğa gelişti ve icat etmekten çok uzaydan getirip tasarladığı değişik biçimlerle kendini gösterdi. Bedenlerimiz doğanın ışıkla denediği bu görüntülerden biridir. '' Grünehagen ekledi: ''Bay Gelle, Bay Meaume'dan şakayla söz ederken: ''Gravürcüler gayriciddi olamazlar.'' diyordu. İtalyanların Alman mizahı dedikleri şeydi bu.'' 

 Kitap adeta kutsal metinlerin sesini hatırlatıyor bize, Meaume ise bir çeşit sanat azizi gibi. Tanrının ya da doğanın işte siz ne diyorsanız onun, sanatsal yeteneği bazı şanslı kişilerin varlığına , öylece zihninin bir yerine yerleştirdiğinin apaçık kanıtı bu kitap.

Ufacıkta olsa değerli bir taş görürseniz tanırsınız, onu elinize alıp bakmak, bir süre tutmak istersiniz. Roma'daki Teras işte öyle mücevher gibi kısacık bir kitap. Ancak etkisi çok kuvvetli. Okumaya başladığınızda metin sizi çarpıyor. 

Bir süre kitabın sesini dinliyorsunuz, tıpkı denizin sesini dinler gibi. Okumanızı çok isterim. Kitabın filmi yapılsa yargıçın kızını lütfen Tilda Swinton oynasın. Tarihsiz güzelliği ile hafif kambur ve müdanasız sevgiliyi ne güzel oynar. 
Önerim budur yani!



                                                         
Tilda Swinton

                                                                                




3 yorum:

  1. Ay ben de kendimi dolaşırken bir anda Roma'da bulmak istiyorum:)
    Güney Fransa da olabilir, ikisini de çok severim..tekrar tekrar gitmek isteyeceğim yerler..

    YanıtlaSil
  2. Smyrne talya, Umberto Eco dünyada dört şehir var biri de Roma diyor,(İstanbul'u da saydı:))
    Güney Fransa peynirler, köy havası, lavantalar, Provence (dekorasyonunu senden bekliyoruz)...
    Sevgiler.

    YanıtlaSil
  3. Roma gerçekten çok etkileyici, açıkhava müzesi gibi, 6 sene önce gitmiştim, büyülendim..
    Fransa ayrı bir konu, eşimin de benim de çok gidip gelmişliğimiz vardır ama ikimiz de güneyi görmedik:/ Oğlanın biraz daha büyümesini bekliyoruz, araba kiralayıp gezmek lazım oraları..dekorasyonu ayrı bir fenomen zaten, hazır olduğumda sizler için yazarım..
    Sevgiler

    YanıtlaSil

Bunlar da ilginizi çekebilir:

Related Posts