26 Nisan 2013 Cuma

Çatıdaki Pencere


Ah Saramago, seni bu denli geç keşfettiğim için utanıyorum!

Gerçi yazarlık becerileri konusunda  öz güveni tam oturmamış genç bir insanı cevap vermeye bile tenezzül etmeden tam kırk yedi yıl bekleten o sorumsuz yayıncıların yanında benim gecikmem nedir ki? Karısı Pilar'ın söylediğine göre kitabın bulunduğu haberi geldiğinde Saramago traş olmaktaymış, "öyle mi?" demiş ve "siz rahatsız olmayın, ben almaya gelirim" yayın evinin ısrarlı basım tekliflerini ise reddetmiş Saramago.
Bana kalsa bu şekilde davranarak ızdırap, güvensizlik, kuşku ile geçirdiği o belirsiz yılların acısını kendince çıkarıyordu. Kitabın evde ki ismi "zaman içinde kaybolan ve bulunan kitap"mış. Herhalde Saramago çevresinin onca ısrarına karşı kendi kitabına karşı mesafeli davranıyordu ki kitabın çağırdığı anılar onu
daha fazla acıtmasın.

Jose Saramago - Çatıdaki Pencere



Kitabı yazdığında henüz yirmili yaşlarında olan Jose Saramago, 1940'ları anlattığı Portekiz'in Lizbon'un da henüz kabul edilmiş bir seçkin, ya da gelecek vaat eden parıltılı bir edebiyatçı değildi. Üniversite eğitimi almamıştı, soylu ve zengin olmadığı gibi, ailesi Portekiz'de tanınan insanlar değildi ve kekeliyordu! O hem bu çıkmazları bir şekilde çıkar hale getirmeye hem de sular seller gibi yazmaya yazgılı bir adamdı.
Bütün bu hikayeyi benden önce ayrıntısı ile bilenler çoktur kuşkusuz. Ancak meşhur mesel de ki adam gibi "ben yeni duydum" bir kör dolabın dibinde, unutulmaya mahkum ettikleri değerli hikayelerin üzerinde oturan insanları. Bir "evet" ya da "hayır" a bakar bu iş yahu. Ama o "hayır" kitaptan bir iş çıkacağı tahmini ile söylenmedi, o "evet" ise kitabı yayımlamaya cesaret edemedikleri için. Arada kaldılar, kendilerini sağlama aldılar. Biraz bizim Oğuz Atay'ı görmezden gelenler, suskunlukla cezalandıranlar gibi.

Bu konuyu geçerek kitaba geliyorum, "Çatıdaki Pencere" kendini okutan, okuyucuyu yanına çağıran bir kitap. Kitap ile okuyucu arasında ki bağ nasıl kurulur. Bazen ilk sayfa da, bazen epey ileri de. Kitapta ki karakterleri tanırsınız, hikayelerini öğrenmeye başlarsınız ve yavaş yavaş merak duygusu içinizi kaplar. Eğer bu bağ iyi kurulduysa her mola da aklınız kitabınızda kalır, tekrar elinize almak istersiniz, bir aşinalık duygusu oluşur, yakınsınızdır. Beraber nefes almaya başlarsınız, aynı tempoda.
Çatıdaki Pencere'de bana böyle oldu, kitapla beraber yürümeye başladım ve nefes almaya, daha başka birçok iyi kitapta olduğu gibi. Diğer yandan hem her satırını, sayfasını özümsemek hem de sevilen bir yiyeceği tadını çıkarır gibi kitabı ağırdan alarak okudum.

Çatıdaki Pencere'ye başlar başlamaz bir film geldi aklıma "Piano Piano Bacaksız". Kemal Demirel'in "Evimizin İnsanları" kitabından uyarlanmış, Tunç Başaran yönetmenliğini yaptığı; eski bir konak, her odasında başka bir aile ve onların hikayesini anlatan. 
Çatıdaki Pencere'nin de mekanı  Lizbon'da bir apartman ve her dairede yaşayan insanların farklı yaşam savaşları, farklı ilişkileri, farklı sevme biçimleri var.


Jose Saramago


Kitaptaki bir günlükten tarihi anlıyoruz: 19/3/52

Kitapta neler var? Saten kadınlar var, metreslik kurumunu devam ettiren ve gündüzleri tayyör giyen,  sonra birden yaşlandığını hissediveren ve yüzüne ciddi bir ifade vermek için yıllarca çalışan erkekler var, huysuz ve sabah saçını toplamaya bile üşenen tembel kadınlar var ve niye kavga ettiğini bilmeyen, kaçırdığı kısmetleri tek tek hatırlayıp sayan kadınlar var bir de sürekli futbolcu resimleri toplayan, ulusal takım seçen, futbol istatistikleri toplayan adamlar var.


Kitapta anlatılan bir aile var kadınlardan oluşan, aile içinde ki bir fikir ayrılığı bana ülkemizde yaşanan bir tartışmayı hatırlattı; Fazıl Say'ın klasik müzik dışında ki bazı müzik türleri için sarf ettiği olumsuz sözleri. Nereden nereye! Anlatacağım.

Kitapta dört kişilik klasik müzik tutkunu bir aile var biri hiç evlenmemiş teyze, kız kardeşi ve onun iki kızı. Şimdi parasız da olsalar eğitim seviyeleri yüksek, görmüş geçirmiş, kültürlü insanlar. Her bir notayı, tizleri, pesleri en derinden bilip tutkuyla kavrıyorlar. Ve bu müzik tutkularını öyle ifa ediyorlar ki  insan saygı duyuyor. İşte bu kadın familyası bir akşam masanın çevresinde oturmuş klasik müzik dinlerken yan daireden o yeni nesil Amerikan yaşam tarzı hayranı genç kız caz müziği dinlemeye başlar. Kadın familyasının adeta kanı donar "bu da nedir böyle"?  Sinirlenir, müziğin sesini yükseltirler, sonunda cazcı kız yenilir. Bu vesileyle kadın familyasında bir tartışma başlar, bu ne kötü bir müziktir böyle, bunu kim, nasıl dinleyebilir? Biraz da abla istibdadından bıkmış olan kız kardeş sorar "bana neyin iyi neyin kötü olduğunu bildiğini söyleyebilir misin? Biri nerede bitiyor ve öteki nerede başlıyor?"

Bizde ki tartışmaya ne kadar benziyor değil mi? Üstelik bir vakitler batıda küçümsenenin de caz müziği olduğunu (günümüzde caz müziğini halen tamama tutmayan kaldı mı bilmiyorum ) dikkate aldığımızda bizim de bir nevi cazcımız olan  Müslüm Baba'yı neden başka yere koyduğumu anlamış olursunuz. Ama konuyu dağıtmadan Fazıl Say gibi bizim müzik seçkinlerimiz ile Saramago'nun kitabında ki kadın familyasının düpedüz aynı lisanla, aynı argümanlarla kendi beğendikleri müzik ( ya da aslında yaşam tarzını ) dışında kalanları küçümsemeleri dikkat çekici.

Ah, aslında Fazıl Say'ın yüreğinin bir tarafıyla da Müslüm Gürses'i anladığını tahmin ediyorum. Ancak Türkiye'de yıllarca öyle bir faşizan eğitim tarzı uygulandı ki Fazıl Say ve takipçilerine laf anlatmak deveye hendek atlatmaktan zor.

 Kitapta daha neler var dersek, aile denen "cennet" ve "cehennem", deneyimler, çatışmalar, yakan kavuran tutkular, anlaşmazlıklar, derin sevgi var sonra insanın insana duyduğu ve derin nefret!
Saramago ölesiye "anlıyor" ve anladığını o denli rahat "anlatıyor" ki okuyucu açısından kitap bütün derinliğine rağmen su gibi okunuyor.

Kitaba doğru uzanmak var, kitaba "arkadaş anladım galiba seni" der gibi  gülümsemek var. Yazar böyle yaşar gibi, su içer gibi, sohbet eder gibi yazdığı için  öyle de okumak var. Onu yıllarca sessiz bir unutuşa mahkum edenlere inat Jose Saramago var, dünya var oldukça konuşacak olan.


Kitapta umarsız, aslında kendi öyle istediği için çaresizce çirkin bir Justina var. Ben onu Anjelica Huston oynasın isterim. Jack Nicholsan ile beraber oynadığı "Prizzi'leri Onuru" filminde ki  simsiyah göz altlarıyla ile nasıl da yakışır.

Anjelica Huston





Kitapta sık sık adı geçen "napperon" denen "tabak altlığı" ya da "kapak" olarak çevirebileceğimiz bir el işi türüne göz atalım.



vintage napperon




Kitabın Ortasından diyeceksek eğer, kocasından ölümüne şikayetçi Carmen'in bölümünü seçtim ben.







Okumam boyunca fon da hep fadolar çaldı, malum fado Portekiz halk müziği. Sizler için iki kadın fado şarkıcısı seçtim.

Eskilerden Amália Rodrigues Fado Português diğeri yeni nesil Mariza.



Amália Rodrigues Fado Português





Aslen Mozambikli Lizbon doğumlu ünlü Fado şarkıcısı Mariza



2 yorum:

  1. Rehber selam,
    Saramago'nun "Körlük"ü birkaç kez takıldı gözüme kitapçıda ama hiç okumadığım için almadım..kitap jelatin kaplıydı, içine de göz atamadım:/ Ama sen bu kadar övgüyle bahsettikten sonra alışveriş listeme not almak farz oldu:)

    Kitaptaki kızkardeş kişisinin iyi/kötü hakkında söyledikleri güzelmiş..Çok değil, kısa zaman önce ben de beğenmediğime burun kıvırıp abuk sabuk yorum yapanlardandım, fakat bir süre sonra farkettim ki "kime göre iyi kime göre kötü?"..şimdi eğer beğenmediğim birşey ise "bana göre değil" demeyi tercih ediyorum:)

    Bardak altlıkları bana ananemi hatırlattı, çok kullanırdı..su ikram ederken güzel bir tabak içerisinde dantelli bardak altlığıyla gelirdi o su..güzel adetler, devam ettirmek lazım..

    İyi bir haftasonu olsun!
    Sevgiler

    YanıtlaSil
  2. Merhaba Ayşe.)) Beğendiğim bir şeyi tavsiye etmenin sorumluluğu hep korkutur beni,zevkler o kadar değişken ki! İnşallah beğenirsin. Kitabın ortasından bölümünü onun için yapıyorum ,hani bir kaç satırını okuyunca bir fikir olsun diye.
    Bu "kime göre iyi" meselesini toplum olarak iyice bir düşünmemiz konuşmamız gerekiyor sanırım. yoksa burun kıvırmayı fln bende çook yapmışımdır.

    Bardak altlıkları bizde de vardı, böyle kolalıyorum onları sonra epridiler,eskidiler. Şimdilerde pek görmüyorum. Dantelci olsam örerim ama ince dantel yapmayalı bir asır oldu, ben kitabın altındakilerden yapıyorum:))
    Sevgiler

    YanıtlaSil

Bunlar da ilginizi çekebilir:

Related Posts