15 Mayıs 2013 Çarşamba

New York Üçlemesi - Cam Kent




Paul Auster vazgeçilmez bir yazar değil benim için ama okurum da severim de aynı zamanda.


Paul Auster


Yeni veya okumadığım bir kitabını gördüğümde meraklanırım, alıp okumak isteği uyanır içimde. Tuhaf, öngörülemez karakterleri heyecanlı kurgusu vardır. Sonra bütün o tuhaf New York saplantılı tiplemeleri, yaşantıları bana Woody Allen'i hatırlatır. Şimdi hadi anlat dersen bir kitabını baştan aşağıya özetleyemem ama aklımda kalanlar da hiç fena değildir; yıllarca görüşememiş bir dayı ile yeğenin çıktığı uzun bir yolculuk, yol boyunca kalınan tuhaf moteller, antika kitaplar satan o kitapçı, ormanda kaybolan ve çok utanan insanlar vs vs. (Ay Sarayı mıydı emin değilim şimdi). Zihnimde bütün bu ayrıntılar tüm canlılığı ile uçuşur ama aynı zamanda sanki çok eskiden görduğum unutulmaz rüyalar gibi ayrıntıları hatırlar olay akışını unutmuş olurum.




Cam Kent, New York üçlemesinin ilki

Cam Kent'i okuyalı da epey olmuştu ama canım tekrar okumak istedi. Hem bloğum için sevdiğim bir yazarı paylaşmış olurum dedim ve hoop Paul Auster o bildik büyüsünü başlattı. Yine New York ve yine çevresinden yalıtılmış bir karakter. Kendini polisiye kitaplar yazmaya adamış ve hayattan başka bir beklentisi kalmamış olan bir yazarın kendini bir dedektif olarak bulmasının öyküsü. New York'ta küçük dairesinde oturup polisiye kitaplar yazan Quinn'in her gece aynı saatte telefonu çalmaktadır. Üstelik arayan kişi ısrarla Paul Auster isimli bir dedektifi aramakta, karmaşık sorunlarını ancak onun çözebileceğini iddia etmektedir. Bir iki derken Quinn bu oyuna katılmaya karar verir ve böylece değme dedektiflere taş çıkartan Mayk Hammer'vari bıçkın bir dedektif çıkar ortaya.


Bıçkın dedektif Mayk Hammer


Kitapta yıllarca bazı evlerin gizli bölümlerinde dünyadan kopuk, bir hayvan gibi yetiştirilen çocuklardan konu açılıyor. Bu çocuklar kah ebeveynlerinin sebepsiz nefretleri, kah çocuklar üzerinde çeşitli deneyler yapmak istemeleri üzerine (kitapta dil meselesi yüzünden ) izole edilmişlerdir. Bu imge bana François Truffaut'nun "Vahşi Çocuk" filmini hatırlattı. Hani Aveyron'lu Victor diye anılan vahşi çocuğun insanileştirilmeye çalışıldığı film (yahu ne güzel filmdi o da).




François Truffaut Vahşi Çocuk (l'enfant Sauvage)


Derken mesele dil konusuna geliyor ki zaten çocuğun üzerinde dil konusunda deney yapılmıştı. Dil konusu ise şöyle; cennette mükemmel olan dilimiz ademin kovulmasıyla bozulmuştur, güya aslında dünya da yanlış giden bütün şeylerin nedeni isimlerin nesnelerin gerçek anlamlarından kopmasıymış. Artık adlar eski saf hallerini yitirmişler yanlış manalar içermeye başlamışlar. Mesela ''yumurta" sözcüğü "yumurta kafa" çeşitlemesinin ardından anlamını yitirmişmiş. . Dedektif Quinn meselesi dil olan ve Babil Kulesi ile ilgili bir kitap yazan yarı kaçık bir adamı (profesör Stillmann) takip etmeye başlıyor, adam bin türlü ıvır zıvır toplamakta ve bunlara yeni isimler koymaktadır ki insanlık yeni ve saf bir medeniyete kavuşsun. İşte böyle akıp giden, oradan oraya savrulan bir öykü. Kitabın Ortasından dersek eğer; dedektifimiz peşine düştüğü Stillman'ın New York'u Babil Kulesi'nin baş harflerine uydurarak dolaştığını, yürüyüşünün şablonunu çıkartdığında ise her güne bir harf düştüğünü ve bu harflerin The Tower Of Babel'in baş harfleri olduğunu görür.


The Tower Of Babel -Babil Kulesi


Ey okuyucu, soracaksan eğer "Cam Kent" benim en sevdiğim Paul Auster kitabı değil. Okunur ayrı! 


Cam Kent, Paul Auster Metis Edebiyat 143 S. Yusuf Eradam'ın Çevirisi 
Kim Oynasın?



Quinn'i Tim Roth oynasın


Tekinsiz, perişan, hayattan bezmiş dedektifimiz Quinn için Tim Roth'u seçtim. Kendisini Haneke'nin o korkunç Funny Games' ten (Ölümcül Oyunlar) hatırlarım ki çaresiz koca rolünde gayet iyiydi.

 Paul Auster'ın eşi yazar Siri Hustvedt.



Siri Hustvedt.



 Zerafetiyle dikkat çeken Siri Hustvedt aslen Norveçli. Türkçeye çevrilmiş "Sevdiklerim" ve The Blindfold (Göz Bağının Ardında) isminde beğeni toplayan romanları var. Eşi ile yazım tarzlarının benzediği eleştirisine hoş bir cevap vermiş: “Eğer çağdaş roman bir şehir ise, Paul ve ben aynı mahallede oturuyor olabiliriz, ama aynı evde değil." Bize ilgi çekici bir hayatı olduğunu duyumsatan bu karizmatik kadının kitaplarını okumak, dünyasını tanımak istedim. Kitaplarından birine rastlarsam alacağım.




4 yorum:

  1. Ben de Paul Auster hayranı değilim ama ben de 3-4 kitabını okudum. Hatta bu kış kendi hayatını anlattığı "Kış Günlüğü" kitabını bitirdim.
    Sanırım kimi kitapların kapakları insanda satın alma duygusunu harekete geçiriyor:)ya da ben Can Yayınları'nın kitap kapaklarının sadeliğini seviyorum, bilmiyorum..
    Beni en çok rahatsız eden ama yine de sonuna kadar okuduğum kitabı "Görünmeyen" olmuştu.
    Ama yine de sonuna kadar okuyorum kitaplarını, tıpkı Orhan Pamuk kitapları gibi:)

    YanıtlaSil
  2. Selam Smyrne, Paul Auster işte postmodern şeysi:)) Belirsizlik,dağınık bir anlatı biçimi ille de dille oynama fln.
    KIş Günlüğü'nü okumadım ben.
    Can Yayınları ben de de iyi şeyler olacakmış duygusu uyandırıyor sahiden, sen söyleyince anladım iyice.
    Orhan Pamuk'la da arkadaşlar bildiğim kadarı ile. Beraber takılıyorlar herhalde:))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet takılıyor olabilirler, Nişantaşı çocuğu Pamuk ile Brooklyn bıçkını Auster, değişik olmalı:)

      Sil
  3. :)hep yazacak değiller tabi bazen de takılsınlar.

    YanıtlaSil

Bunlar da ilginizi çekebilir:

Related Posts